10.sınıf Edebiyat Ödev



Köroğlu
(Hayatı – Biyografisi)
Ünlü bir destana konu olmuş bir halk kahramanıdır. Bu isimde XVI. yüzyılda yaşamış bir halk şairi de vardır. Ama tarihî kişiliği bilinemeyen, asıl Köroğlu, XVII. yüzyılda Bolu havalisinde yaşamış, sonradan ünü bütün Anadolu’ya yayılmıştır. Babası da Bolu beyi tarafından gözlerine mil çektirilerek cezalandırıldığı için Köroğlu diye tanınmıştır. Zulme karşı ayaklanarak halkın hakkını koruması, onu destansı bir kahraman haline getirir. 
XVII. yüzyıl, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde merkeze bağlı olmayan teşkilâtın iyice meydana çıktığı, buna karşılık, saraya bağlı, sadrâzama bağlı beylerin, valilerin de yer yer başlarına buyruk olarak halka zulmedebildikleri bir devirdir. İşte böyle bir devirde Bolu Beyi Süleyman Bey, kendisine bunca yıl hizmet etmiş seyislerinden birine fena halde kızarak gözlerine mil çekilmesini emretmişti. Bolu Bey’i son derece katı yürekli, zalim bir adamdı. Her ne kadar kendisini sevenler araya girdilerse de dediğinden dönmedi. Buyruğunu vaktinde yerine getirmemiş olan zavallı seyisin gözleri kör edildi ve sıska bir ata bindirilerek kaleden dışarı atıldı.
Yaralı seyis at sırtında yolda kalınca sesini çok iyi tanıyan atının kulağına eğildi ve:
‘ Dünya bana zindan oldu, beni köyüme götür… dedi.
Az gittiler, uz gittiler, dere tepe düz gittiler, sonunda seyisin köyüne vardılar. Uzaktan at sırtında yığılı babacığının geldiğini gören on beş yaşındaki oğlu, ermiş yetmiş bir insan gibi onun ıstırabını anladı, koşup attan indirdi, anasının yanına getirdi. Seyis olanları ‘Hal ve keyfiyet böyle böyle’ diye bir bir anlattı, oğulcuğundan öcünün alınmasını vasiyet ederek oracıkta ruhunu teslim etti.
Köroğlu, on beş yaşında ata bindi. Babasına verilen kır at canlandı, sıskalığı gitti, şahbaz bir hayvan oldu. Köroğlu, atına atladığı gibi dağlara çıktı. Kılıç kuşandı. Babasının intikamını almak üzere ant içti. Yolda rastladığı bir çobanın sazını alarak terkisine asmıştı. Kime rastlasa hayvanını durdurur, sazını eline alır, tıngırdatarak Bolu Beyinin zulmünü anlatırdı.
Her yerde aradığı bu zâlim adama günün birinde rastlayacağını biliyordu. Giderek hayvanı rüzgâr kesildi. Nerede bir yolsuzluk olsa köylü Köroğlu’na haber salardı. O da gelir, ortalığı düzene kordu. 
Bir gün Çamlıbel’de konaklamıştı. Bir kervancının, yolcularından bir genç adamı soyup döverek uçuruma attığını gördü. Bir kılıçta kervancının başını uçurdu. Öteki adamlar kendisine hayır dua ettiler. Uçurumdan çıkardığı genç yolcu ise:
‘Hayatımı kurtardın, gayri ben senin kulun kölenim’ dedi. Köroğlu onun adının Ayvaz olduğunu, kervanın da Bolu, Beyine yük götürdüğünü öğrenince Ayvaz’ı yanına aldı. Beraber yola çıktılar.
Bir Köroğlu, bir Ayvaz, etrafı kasıp kavuran, fakir köylüyü haraca kesen zâlim Bolu Bey’ini bulmaya çıktılar. Şehre yaklaştıkları sırada bir kale vardı. Sabahın bir vaktinde kale mazgallarından hazin bir şarkı duydular. Bu şarkıyla bir genç kız kendisinin Bolu Beyi’nin kızı olduğunu, babasının sırf kimseyi sevmesin diye kendisini oraya kapadığını göz yaşları içinde anlatıyordu. Köroğlu sazı eline aldı, kıza sabırlı olmasını, dönüşte kendisini kurtaracağını söyledi. 
Bolu’ya vardıklarında büyük bir alana halk toplanmıştı. Şenlikler yapılıyordu. Köroğlu elbise değiştirerek pehlivanlar arasına katıldı. Bir bir hepsini alt etti. Sonunda Bolu Bey’i huzuruna çağırttı onu ve:
‘ Bre pehlivan, sen kimsin? Seni muhafızlarıma bey yaptım…dedi.
Köroğlu da: ‘İşte ben o gözlerini kör ettirdiğin seyisin oğluyum’ diyerek kılıcını çaldığı gibi herkesin dehşet dolu bakışları önünde Bolu beyinin kellesini uçurdu ve halkı bir zâlimden kurtardı.
Ondan sonra hemen Ayvaz’ı gönderip kaleden Beyin kızını getirdi. Allah’ın emri, Peygamber’in kavliyle kendine nikâhladı. O tarihten sonra Bolu Bey’i olarak halka adaletle muamele etti.
Onun şu sözleri yüzyıllar boyu dilden dile dolaşmıştır: 
Bizden selâm olsun Bolu Beyi’ne
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır
Ok gıcırtısından, kalkan sesinden
Dağlar sada verip seslenmelidir 
Düşman geldi tabur tabur dizildi
Alnımıza kara yazı yazıldı
Tüfek icat oldu mertlik bozuldu
Eğri kılıç kında paslanmalıdır.Xxxxx 
Benden selam olsun Bolu Beyine
Çıkıp şu dağlara yaslanmalıdır
At kişnemesinden kargı sesinden
Dağlar seda verip seslenmelidir 
Düşman geldi tabur tabur dizildi
Alnımıza kara yazı yazıldı
Tüfek icad oldu mertlik bozuldu
Eğri kılıç kında paslanmalıdır 
Köroğlu düşer mi eski şanından
Ayırır çoğunu er meydanından
Kırat köpüğünden düşman kanından
Çevre dolup şalvar ıslanmalıdır

**************
Kimisi pınar başında
Kimisi yolun dışında
Al giyen onbeş yaşında
İlle mavili mavili 
Kimisi dağlarda gezer
Kimisi incisin dizer
Al giyen bağrımı ezer
İlle mavili mavili 
Kimisi odun devşirir
Kimisi kahvesini pişirir
Al giyen aklım şaşırır
İlle mavili mavili 
Köroğluyum derki’n olacak
Takdir yerini bulacak
Mavili benim olacak
İlle mavili mavili


_________________________________________
Dadaloğlu 

Dadaloğlunun doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bir bilgi olmamakla beraber eldeki kaynaklardan 1785-1868 olarak belirlenmiştir.Yani Dadaloğlu’nun 18.yy’ın son çeyreğinde doğup 19.yy’ın ortalarında öldüğü bilinmektedir. Güney illerinde dolaşan Türkmen topluluklarının Avşar boyundandır.Yaşamı hakkında yeterli bilgiye sahip olmadığımız Dadaloğlu’nun şiirleri yazılı kaynaklar aracılığıyla değil sözlü gelenek sayesinde bugüne ulaşmıştır.
Kalktı göç eyledi Avşar illeri 
Ağır ağır giden eller bizimdir
Arap atlar yakın eder ırağı 
Yüce dağdan aşan yollar bizimdir
Belimizde kılıcımız 
Kirmani Taşı deler mızrağımın temreni 
Hakkımızda devlet etmiş fermanı
Ferman padişahın dağlar bizimdir
Dadaloğlu yarın kavga kurulur
Öter tüfek davlumbazlar vurulur
Nice Koçyiğitler yere serilir
Ölen ölür kalan sağlar bizimdir
*
Avşar içinde ben güzel gördüm
Kozar arasından çeker göçünü 
Kınalamış ayağını başını 
Sırma ile örmüş sümbül saçını
Her sabah her sabah kendini över 
Altın saç bağları topuğu döver
Sâde kaşı ile gözleri değer 
Acem ülkesinin tâc-ı tahtını
Dadaloğlu al yanağın gülünden 
Misk kokuyor saçlarının telinden 
İnce belli nazlı yarin dilinden 
Birkaç sene bekleyelim Hacın’ı

____________________________

Bayburtlu Zihni
(Hayatı – Biyografisi)
Bayburtlu Zihni’nin doğum yılı kesin olarak bilinmiyor ama şiirlerinde kendinden söz ederken verdiği bilgilerden çıkarılan sonuca göre 1798-1799 yıllarında doğmuştur. Babasının adı Osman’dır.

Bir süre sonra Hacc’a, oradan da Mısır’a giden ozan 1840 yılına doğru İstanbul’a gelirse de burada pek kalmaz, çeşitli görevler alarak dolaşır: Donanma ile Akka’ya gider; Hopa, Karaağaç, Ünye, Erzurum, Erzincan v.b.yerlerde dolaşır.
Zihni, her gittiği yerde taşlanacak birini buluyordu: Kaymakam, kadı, ağa v.b… Bu yüzden de yerden yere vuruluyordu.
Elli beş yaşını geçtikten sonra Trabzon’a geldi ve burada hastalandı. Bu sırada yurt hasretiyle yanan Zihni, Bayburt’a doğru yola çıkar,Trabzon yakınlarında Holasan köyünde ölür (1859).

Divanı ile, başından geçen olayları anlatan Sergüzeşt-Name adlı eseri bulunan Zihni, daha çok divan şairi olmak kaygısı güderdi. Ama adını yine sayılan az olan, hece ile söylemiş koşmaları ile destanları yaşatmaktadır. Divanında divan şiirinin bütün şekilleri ile yazılmış şiirler vardır. Usta bir taşlamacı (hicivci) olan ozan, bu tür eserlerinde yer yer açık saçık ve kaba küfürlere de baş vurur.
Koşma
Vardım ki yurdumdan ayak götürmüş
Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı
Camlar şikest olmuş meyler dökülmüş
Sakiler meclisten çekmiş ayağı
Kangı dağda bulsam ben o merali
Kangı yerde görsem çeşm-i gazal
Avcılardan kaçmış ceylan misali
Göçmüş dağdan dağa yoktur durağı
Laleyi sümbülü gülü har almış
Zevk u şavk ehlini ah ü zar almış
Süleyman tahtını sanki mar almış
Gama tebdil olmuş ülfetin çağı
Zihni dert elinden her zaman ağlar
Sordum ki bağ ağlar bağban ağlar
Sümbüller perişan güller kan ağlar
Şeyda bülbül terk edeli bu bağı

____________________________

Şair Erzurumlu Emrah
http://www.antoloji.com/images/yesil_ok.png


HAYATI (18. - 19. yüzyıl)
http://img.antoloji.com/siir/sair/rs/80/4380_b_790.jpg18.yüzyılın sonunda Erzurum köylerinden birinde doğduğu, gerek halk inanışları gerek kendi şiirlerindeki anışlardan belli olan Emrah'ın 1855-1860 arasında, son yıllarını geçirdiği Niksar'da öldüğü kabul edilir. Daha açık bilgi -her zamanki gibi- yoktur. 

Eserlerindeki öğelerden ve Divan şiiri yolundaki emeğinden anlaşıldığı gibi, hem yeterince öğrenim görmüş, hem tasavvuf yoluna yönelmiştir. Şiirlerinde geçen yer adlarının tekrarından Trabzon, Sivas, Kastamonu, Konya, Niğde illerini dolaştığı, çeşitli yerlerde kısa süreli serüvenler yaşadığı bellidir. Kendisine ilgi duyan ve koruyup esirgeyen edebiyat meraklısı kişilere konuk olarak bir kaç şehirde yerleşip yaşadığı, ev bark kurduğu da söylenmektedir.
 

Emrahoğulları adıyla anılan ailelerin birbirinden uzak yerlerde yaşamakta oluşları, bir çok yerde adına bağlı mezarların bulunuşu, şiirlerinin dilden dile geçerek yayılış genişliği kazanışı, aruzla yazdıklarının basılışı, asıl mezar taşının Niksar'da bulunuşuna kadar onun ününün yaygınlığını gösteren işaretlerdir. Bu açıdan 19. yy'ın Dertli ve Seyrani gibi adı herkesce bilinen bir kaç sanatçısından biridir.
 

Divan şiiri yolunda yazdıları zayıf kopyalar olmaktan öteye gitmez. Ama Doğu Anandolu'lu bir saz şairi olarak hece vezniyle söylediği ikiyüze yakın şiirin derlenmiş hali, kendisini 19. yy'ın önemli âşıklarından biri saymamızı gerektirir. Çağdaşlarından Tokatlı Nuri (Öl.1882) üzerinde belli etkileri vardır.
 

Hayatının, değişik geziler, yerleşmeler, evlenmeler ve serüvenlerle dolu oluşu, Orta ve Doğu Anadolu'daki ününü arttırmış olmalıdır. İlgi çeken kişiliği ile eserine değer kazandırmış, şiirlerinin yayılıp bilinmesini sağlanmış gibidir.19.yy'daki âşık fasıllarında eserleri en çok okunan sanatçılardan biri olan Emrah, klasik edebiyat bilgisiyle üstünlük kazanarak etki sağlamış, iki yanlı çalışkanlığıyla geniş alanlarda duyulmuştur. Tasavvufi şiirleri belli bir değer düzeyinin üstünde değildir. Asıl ilginç yanı, saz şiiri geleneği yolundaki içten ve etkili aşk, gurbet şiirleridir. Şiirlerinin bir kısmı Ercişli Emrah'ın (17.yy) Selvi Han'la ilişkili halk hikayesine de eklenmektedir. Ercişli'nin bazı şiirleri de Erzurumlu Emrah'a mal edilmiş olabilir.

ESERLERİ
Bir Nazenin Bana Gel Gel Eyledi 
Biz Tarik-i Aşkın Âşıklarıyız
 
Bu Göçü Ordan Göçürdüm
 
Bülbül Olmuş Gülistanı Beklerim
 
Dedim Dilber Didelerin Islanmış
 
Dinleyelim Dağ Başında Figanı
 
El Çek Tabib El Çek Yaram Üstünden
 
Elâ Gözlerini Sevdiğim Dilber
 
Gönül Gitmek İster Gurbet İllere
 
Gönül Gurbet Ele Çıkma
 
Güzel Sallanarak Nerden Gelirsin
 
İki Kaşları Karanın
 
Ne Feryat Edersin Divane Bülbül
 
Ne Vefasın Gördüm Bezm-i Cihanın
 
Sabahtan Uğradım Ben Bir Fidana
 
Şimdengerü Nazlı Yare Küskünüm
 
Şu Karşıki Karlı Dağlar
 
Tutam Yar Elinden Tutam

 ____________________________


    


Aşık Veysel Şatıroğlu ( 1894)- (1973)

(1894-1973)
Sivas'ın Şarkışla ilçesine bağlı Sivrialan Köyü'nde doğdu. Yedi yaşında iken çiçek hastalığına yakalanarak gözlerini kaybetti. Babasının telkiniyle saz çalıp şiir söylemeye başladı. Ahmet Kutsi Tecer'in yardımıyla yurt çapında tanındı. Köy Enstitülerinde halk türküsü öğretmenliği yaptı. TBBM tarafından özel bir kanunla kendisine maaş bağlandı. Halk şiirinin başarılı örneklerini verdi. Şiirlerinde dünyanın geçiciliği, ölüm, kardeşlik, birlik-beraberlik ve sevgi gibi temaları işledi. Şiirleri, Dostlar Beni Hatırlasın adı altında bir kitapta toplandı. 
Şiirlerinden örnekler;

GÖNÜL BİR GÜZELİ SEVMİŞ 
Gönül bir güzeli sevmiş ayrılmaz
Dolanır peşinde çoban misâli
Hiç kimse bu derdin dermânın bilmez
Azmış yaraları perişan hali
Lokman çâre bulmaz yoktur Eflâtun
Yârdan ayrılması ölümden çetin
Elde endaz ettim bu aşkın atın
Terkettim sılayı vatanı ili
Ferhat Şirin için kestiği taşlar
Benim senin için döktüğüm yaşlar
Seni yaksın beni yakan ateşler
Yaktı bu sinemi savruldu külü
Arılar bal için bekler petekler
Alır her çiçekten verir emekler
Mecnun Leylâ için pınarı bekler
Ben de bir yâr için olmuşum deli
Evvelden var idi bu sevda bende
İlikte damarda cesette canda
Ölünce hû çeksin kemiğim sinde
Dünyâda durunca Veysel'in dili
-----------------------------------------------------------
GÜZELLİĞİN ON PAR'ETMEZ
Güzelliğin on par'etmez
Şu bendeki aşk olmasa
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa
Tâbirin sığmaz kaleme
Derdin dermândır yâreme
İsmin yayılmaz âleme
Âşıklarda meşk olmasa
Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikir başka başk'olmasa
Güzel yüzün görülmezdi
Bu şak bende dirilmezdi
Güle kıymet verilmezdi
Âşık ve maşuk olmasa
Senden aldım bu feryâdı
Bu imiş dünyanın tadı
Anılmazdı Veysel adı
O sana âşık olmasa_


____________________________


KARACAOĞLAN


17’nci yüzyılda yaşadığı sanılıyor. Göçebe Türkmen obalarında yetişti. Asıl adının İsmail, Halil ya da Hasan olduğu yolunda görüşler var. Hatta aynı mahlasla şiirler yazmış birçok Karacaoğlan’ın varlığı bile savunuluyor.
 Ahmet Kutsi Tecer ve Şükrü Elçin’in araştırmaları, yaşamının büyük bölümünü Rumeli’nde geçiren ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde Avusturya seferine katılan bir Karacaoğlan’ın varlığını ortaya koyar. Fuad Köprülü ve Cahit Öztelli gibi araştırmacılar da, 17’nci yüzyılda yaşadığını savunuyor. Bu araştırmacılara göre Karacaoğlan, şiirlerinde Abaza Hasan Paşa’nın öldürülmesi, Köprülü Fazıl Ahmed Paşa’nın Avusturya seferi gibi bu döneme ait tarihsel olaylardan sözeder. Karacaoğlan’ın şiiri aşk ve doğa üzerinde kuruludur. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi ve ölüm en çok değindiği konulardır. Şiirlerinde sıkça adları geçen Elif, Zeynep ve İsmikan adlı kadınların sevgilileri olduğu sanılıyor. Duygularını, yaşadıklarını, düşüncelerini içten, gerçekçi ve özgün bir şiir yapısı içinde anlatır. Karacaoğlan, Türk aşık edebiyatına yepyeni bir söyleyiş biçimi getirdi. Doğa benzetmelerine sık sık başvurur. Çok yalın ve temiz bir Türkçe kullanır. Şiirlerinin iki ana teması aşk ve doğadır. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi ve ölüm de işlediği konular arasında yer alır. Duygularını, düşüncelerini, yaşadıklarını gerçekçi ve içten bir biçimde, açık ve anlaşıır bir dille yansıtırken şiirinde özgün bir yapı kurdu, âşık edebiyatına yeni bir söyleyiş biçimi yerleştirdi. Gerçeklere yönelik bir anlayışla ördüğü şiirinde ait olduğu göçebe halkın geleneklerini yansıttı, içinde yaşadığı ve yurt edindiği doğayı betimledi. Kendisinden sonra gelen birçok ozanı derinden etkiledi. Bu olumlu etkiler günümüz Türk şiirine kadar uzanır. Şiirlerini ilk kez Nüzhet Ergun derleyip yayınladı. Cahit Öztelli’nin Karacaoğlan-Bütün Şiirleri adlı derlemesi de önemli Karacaoğlan araştırmalarından. Birçok şiiri bestelend..

Share

Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı